02-27-2019, 03:54 AM
İntiharın önlenmesinin beyin çalışmalarının bir alanı olmadığı, sadece duyguların ilgili olduğu bir süreç olarak düşünülürdü. Sinirbilimlerindeki son gelişmeler gösteriyor ki duyguları beyinde belli bölgeler kontrol etmektedir. Beynin ön lobu özellikle sağ ön lobu sosyal bilinç, duygu ve ilişkili sinirlerin bulunduğu yerdir. Bununla birlikte “ventral medial frontal” bölgesi; duygulara bağlı olarak oluşan davranışlardan sorumlu sinirlerin bulunduğu limbik yapılar ve amigdala bölgesi ile bağlantısı olması nedeni ile duyguların kontrolünde beyinde önemli yerlerden birini oluşturmaktadır. Sosyal bilincin oluşturduğu davranışları belirlemek gerçekten çok zordur. Fakat günümüzde nöropsikoloji ve nörogörüntüleme sistemlerindeki hızlı gelişmeler ile bu konuda önemli mesafeler katledildi.
İntihar davranışını içeren beyin bölgelerinin görüldüğü beyinleri ‘İntihara eğilimli Beyin’ olarak adlandırabiliriz. Bununla birlikte günümüzdeki intihar ile ilgili edinilen nöropsikoloji ve bilişsel psikoloji bilgileri ile beyindeki bu bölgelerin intihar düşüncesinin ve davranışının ozellikle sosyal bilinçten ayrılma sürecinde bireylerde oluşan davranış ifadeleri üzerindeki rolü hakkında bilgiler sunmaktadır. Son bulgular ile açıkça söylenebilir ki beyin parçacıkları intihara giden süreçte önemli rol oynamaktadır.
Vücuttan Beyne intihar riski
Araştırmalar beynin fonksiyon bozukluğunun veya çeşitli fizyolojik hastalıkların intihar davranışına eğilim açısından ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Normal bireylere göre şeker hastası veya kanser hastalarının intihar eğilimlerinin 2 kat arttığı, çevresel sinir sistemi hastalarında ise bu oranın 5 katına çıktığı, felç, sara gibi merkezi sinir hastalarında ise bu oranın 5 kattan daha fazla olduğu rapor edilmiştir.
Zihinsel hastalıkların koşulları bireylerde intihar eğilimlerin artması ile güçlü bir ilişki içindedir. Ayrıca hastalıkların yeri, fonksiyon bozukluğunun beyine yaklaşmasını artırıyor. Fakat bunlar intihar eğilimlerini tek başına açıklamıyor. Araştırmalarda bireysel karakter farklılıklarının (hızlı duygusal değişkenlik, agresiflik vb.) intihar eğilimi üzerinde artırıcı etki yaptığı görülüyor.
Bilinçsellik ve İntihara Eğilimli Beyin
Düşünce ve davranışları ile bireylerin intihara eğilim riskleri tahmin edilse de intihara gidecek bireylerin bilinçsel durumları hakkında bilgiler çok sınırlıdır. Fakat tedavi edilmiş bilinçsel hastalardan edinilen bilgiler intihara eğilimli olan karakterleri tanımlama açısından nettir. Bu karakterler 3’e ayrılır:
A) Yaşam ile ilgili her şeye aşırı hassasiyet gösteren özellikle negatif sonuçlara karşı son derece hassasiyeti olanlar,
B) Sosyal ortamında problemlerini çözmede yetersiz kalmış, kapana düşme psikolojisinde olanlar,
C) Umutsuzluk hislerinden bireyi uzaklaştıracak faktörlerin çevresinde yoksunluğu sonucu oluşan bilinçsel süreçler.
Bu karakteristik özellikleri gösterenler için intihar eğilimlerinin yüksek olduğu bilinse de nöronal seviyede olanlar hakkında bilgiler halen yetersiz.
Hayat koşullarının değişimine karşı hassasiyet gösterenlerin genel olarak çok değişmez bir bilinç geliştirdikleri ve stresli durumlarda intihar eğilimine girdikleri hipotezlense de, son bulgular depresyon halinde intihara sürüklenenlerin sürüklenmeyenlere göre farklılıklarının olduğu tüm nöropsikolojik testlerde olmasa da bir çoğunda belirlenmiş durumdadır. Çalışmalarda depresyon halindeki bireylerin intihar düşüncesine girme seviyesinde seçici dikkat algıları ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Bir başka çalışmada ise intihar girişiminde bulunanlar ile bulunmayanların seçici algılamalarında herhangi bir farklılık düzeyi rapor edilmemiştir. Bu hususun netliğe kavuşması için öyle görünüyor ki daha çok seçici algıların depresyon anında bireylerde intihar düşüncesi oluşturup oluşturmadığı yönünde çalışmaların yapılması gerekiyor.
Bazı araştırmacılar özellikle ikinci karakteristik özelliklere sahip yani kapana kapılmış hissini taşıyanlar üzerinde duruyor. Bu bireylerde otobiyografik hafızanın problem çözme kabiliyetleri üzerinde noksanlık oluşturduğu yönünde bulgulara ulaşılıyor. Bu çalışmalar gösteriyor ki otobiyografik hafızanın bir başka söyleyişle beynin ön lobunun bireyi intihara götüren bilgilerin hafızadan geri çağrılmasında önemli rol oynamaktadır.
Üçüncü karakteristiğe sahip bireyler içinse özellikle bilinçsel çalışmalarda yeni araştırma stratejileri kullanılıyor. Bu çalışmalarda bireylerin hayat akışı ekseninde pozitif olarak görebilecek gelişmelerden yoksun olmayı düşünmesi ile gerçekleşecek daha negatif gelişmelere de önem vermemesi sonucu derin bir umutsuzluk girdabına girmesi gözlemleniyor. Ayrıca bu karakteristikteki bireylerin beyinlerinin ön loblarındaki kan akışının normal insanlara göre yükseldiği de rapor edilmiş. Sonuç olarak bu 3 psikolojik karakter grubuna ait olan insanların nörofizyolojik fonksiyonlarının algı, hafıza ve hayat akışı ile ilgili olduğu görülüyor.
İntiharın bilinçsel sürecinin sinirsel temeli
Nörobiyolojideki son gelişmeler intiharın da içinde olduğu davranışsal hareketlerin, sosyal bilinç süreçlerinden ayrımına bilinçsel ve nörofizyolojik seviyede önemli açıklamalar getiriyor. Sosyal bilinç elementleri beyinde frontal ve temporal loblarda hipokampus ile ilişkili serotonin ve nöroadrenalin gibi mesaj iletici sistemler aracılığı düzenlenmektedir. Sosyal etkenlerin hassasiyeti intihar teşebbüsüne şiddet nedenleriyle girişenlerde bu dürtünün aktif olmasında son derece ilişkili olduğu rapor edilmiştir. İkinci bilinçsel bileşen ise intihar davranışı sergileyenlerin problem çözmeyi sürdürebilmeleri hususunda beyinde prefrontal lobda amigdala ile bağlantılı olan ve dopamin gibi moleküllerin salınımı ile düzenlenen süreçtir.
İntihar davranışı bireyin geçmiş ve gelecek arasındaki bir kavşakta kaldığında gerçekleşir. Beynin ön lobu hislerin, beklentilerin, uyanık kalmanın, hafızanın işlevlilik görmesinde ve planlı işlerin davranış haline dönüşmesinden sorumludur. Ayrıca beyindeki bu bölge bilinçsel işlemlerin sürdürülmesinde rol alır. Gelişen nörogörüntüleme sistemleri ile intihar eğilimindeki bireylerin ön loblarında bulunan serotonin molekülünün, algılayıcılarına bağlanma oranında önemli miktarda azalma görüldüğü ve bunu bireyleri umutsuzluğa ve davranışsal baskılamalara ittiği rapor edilmiş. Beyindeki fonksiyon bozukluklarında da buna benzer bulgulara rastlanılmış. Bu bulgu şu hipotezi oluşturuyor; endişe halinden kaçış mekanizmalarının yoğun uyarıcılar tarafından işlevsiz hale getirile bilineceğini ve bu durumun bireylerde umutsuzluk bağlamında agresif hareketler oluşturup intihara kadar sürükleyebilecektir. Bu hipotez serotonine bağlı olarak oluşan fonksiyon bozukluklarının doğurduğu intihar vakalarına da bir cevap olabilir. Beyindeki serotonin algılayıcı sistemleri için bu hipotez son on yılda düşünülmesine rağmen, dopaminin beyinde oluşturduğu mutluluk etkisinin tersine faaliyet gösteren serotoninin agresif hallerin kontrolünde olumsuz etki yaptığını söyleyebiliriz. Bu bulgular intihar davranışlarının beyinde sosyal bilinç bölgelerindeki anormallikler ile ilişkili olduğuna olan kanıtları artırıyor. Ayrıca bu kanıtlara sosyal bilinç sistemlerinin doğurduğu davranışsal ifadelerden de ulaşılabilir.
Şu ana kadar elde edilen bulgular intihar sürecinde nörobiyolojik moleküllerin, nöropsikolojik etkileri kapsamında elde edilmiştir. Örneğin, dikkat seviyesi nöroadrenallerin salınması ile ilgilidir herhangi bir ilaç (Buspirone vb.) serotonin algılayıcılarını etkilediğinde hafıza ve öğrenme ile ilgili nöropsikolojik testlerde bireyin performansını seçici olarak etkilediği belirlenmiş. Başka tip serotonin algılayıcıları için bunun tam tersi söz konusu olabiliyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar gösteriyor ki hipokampus bölgesindeki serotonin algılayıcılarının birbirileri olan dengesi sosyal streslerin yönetilmesinde önemli rol oynamaktadır. İntihara eğilimli beyni aydınlatabilmek için ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. İntihar eğiliminin açıklanması için basit tezler kurulmasına rağmen, beynin sorumlu bölgelerinde ağların karmaşıklığı işin aydınlatılmasını bir hayli zorlaştırıyor.
Referanslar:
Heeringen, C. Van. “Understanding the Suicidal Brain.” The British Journal of Psychiatry 183.4 (2003): 282-84.
Audenaert, K., Goethals, I.,Van Laere, K., et al (2002) SPECT neuropsychological activation procedure with the Verbal Fluency Test in attempted suicide patients. Nuclear Medicine Communications, 23, 907-916.
Stuss,D.T.,Gallup,G.&Alexander,M.P.(2001)The frontal lobes are necessary for ‘theory of mind’. Brain, 124, 279-286.
Williams, J. M. G. & Pollock, L. (2001) Psychological aspects of the suicidal process. In Understanding Suicidal Behaviour: The Suicidal Process Approach to Research, Treatment and Prevention (ed. C. van Heeringen), pp. 76-94. Chichester: John Wiley.
İntihar davranışını içeren beyin bölgelerinin görüldüğü beyinleri ‘İntihara eğilimli Beyin’ olarak adlandırabiliriz. Bununla birlikte günümüzdeki intihar ile ilgili edinilen nöropsikoloji ve bilişsel psikoloji bilgileri ile beyindeki bu bölgelerin intihar düşüncesinin ve davranışının ozellikle sosyal bilinçten ayrılma sürecinde bireylerde oluşan davranış ifadeleri üzerindeki rolü hakkında bilgiler sunmaktadır. Son bulgular ile açıkça söylenebilir ki beyin parçacıkları intihara giden süreçte önemli rol oynamaktadır.
Vücuttan Beyne intihar riski
Araştırmalar beynin fonksiyon bozukluğunun veya çeşitli fizyolojik hastalıkların intihar davranışına eğilim açısından ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Normal bireylere göre şeker hastası veya kanser hastalarının intihar eğilimlerinin 2 kat arttığı, çevresel sinir sistemi hastalarında ise bu oranın 5 katına çıktığı, felç, sara gibi merkezi sinir hastalarında ise bu oranın 5 kattan daha fazla olduğu rapor edilmiştir.
Zihinsel hastalıkların koşulları bireylerde intihar eğilimlerin artması ile güçlü bir ilişki içindedir. Ayrıca hastalıkların yeri, fonksiyon bozukluğunun beyine yaklaşmasını artırıyor. Fakat bunlar intihar eğilimlerini tek başına açıklamıyor. Araştırmalarda bireysel karakter farklılıklarının (hızlı duygusal değişkenlik, agresiflik vb.) intihar eğilimi üzerinde artırıcı etki yaptığı görülüyor.
Bilinçsellik ve İntihara Eğilimli Beyin
Düşünce ve davranışları ile bireylerin intihara eğilim riskleri tahmin edilse de intihara gidecek bireylerin bilinçsel durumları hakkında bilgiler çok sınırlıdır. Fakat tedavi edilmiş bilinçsel hastalardan edinilen bilgiler intihara eğilimli olan karakterleri tanımlama açısından nettir. Bu karakterler 3’e ayrılır:
A) Yaşam ile ilgili her şeye aşırı hassasiyet gösteren özellikle negatif sonuçlara karşı son derece hassasiyeti olanlar,
B) Sosyal ortamında problemlerini çözmede yetersiz kalmış, kapana düşme psikolojisinde olanlar,
C) Umutsuzluk hislerinden bireyi uzaklaştıracak faktörlerin çevresinde yoksunluğu sonucu oluşan bilinçsel süreçler.
Bu karakteristik özellikleri gösterenler için intihar eğilimlerinin yüksek olduğu bilinse de nöronal seviyede olanlar hakkında bilgiler halen yetersiz.
Hayat koşullarının değişimine karşı hassasiyet gösterenlerin genel olarak çok değişmez bir bilinç geliştirdikleri ve stresli durumlarda intihar eğilimine girdikleri hipotezlense de, son bulgular depresyon halinde intihara sürüklenenlerin sürüklenmeyenlere göre farklılıklarının olduğu tüm nöropsikolojik testlerde olmasa da bir çoğunda belirlenmiş durumdadır. Çalışmalarda depresyon halindeki bireylerin intihar düşüncesine girme seviyesinde seçici dikkat algıları ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Bir başka çalışmada ise intihar girişiminde bulunanlar ile bulunmayanların seçici algılamalarında herhangi bir farklılık düzeyi rapor edilmemiştir. Bu hususun netliğe kavuşması için öyle görünüyor ki daha çok seçici algıların depresyon anında bireylerde intihar düşüncesi oluşturup oluşturmadığı yönünde çalışmaların yapılması gerekiyor.
Bazı araştırmacılar özellikle ikinci karakteristik özelliklere sahip yani kapana kapılmış hissini taşıyanlar üzerinde duruyor. Bu bireylerde otobiyografik hafızanın problem çözme kabiliyetleri üzerinde noksanlık oluşturduğu yönünde bulgulara ulaşılıyor. Bu çalışmalar gösteriyor ki otobiyografik hafızanın bir başka söyleyişle beynin ön lobunun bireyi intihara götüren bilgilerin hafızadan geri çağrılmasında önemli rol oynamaktadır.
Üçüncü karakteristiğe sahip bireyler içinse özellikle bilinçsel çalışmalarda yeni araştırma stratejileri kullanılıyor. Bu çalışmalarda bireylerin hayat akışı ekseninde pozitif olarak görebilecek gelişmelerden yoksun olmayı düşünmesi ile gerçekleşecek daha negatif gelişmelere de önem vermemesi sonucu derin bir umutsuzluk girdabına girmesi gözlemleniyor. Ayrıca bu karakteristikteki bireylerin beyinlerinin ön loblarındaki kan akışının normal insanlara göre yükseldiği de rapor edilmiş. Sonuç olarak bu 3 psikolojik karakter grubuna ait olan insanların nörofizyolojik fonksiyonlarının algı, hafıza ve hayat akışı ile ilgili olduğu görülüyor.
İntiharın bilinçsel sürecinin sinirsel temeli
Nörobiyolojideki son gelişmeler intiharın da içinde olduğu davranışsal hareketlerin, sosyal bilinç süreçlerinden ayrımına bilinçsel ve nörofizyolojik seviyede önemli açıklamalar getiriyor. Sosyal bilinç elementleri beyinde frontal ve temporal loblarda hipokampus ile ilişkili serotonin ve nöroadrenalin gibi mesaj iletici sistemler aracılığı düzenlenmektedir. Sosyal etkenlerin hassasiyeti intihar teşebbüsüne şiddet nedenleriyle girişenlerde bu dürtünün aktif olmasında son derece ilişkili olduğu rapor edilmiştir. İkinci bilinçsel bileşen ise intihar davranışı sergileyenlerin problem çözmeyi sürdürebilmeleri hususunda beyinde prefrontal lobda amigdala ile bağlantılı olan ve dopamin gibi moleküllerin salınımı ile düzenlenen süreçtir.
İntihar davranışı bireyin geçmiş ve gelecek arasındaki bir kavşakta kaldığında gerçekleşir. Beynin ön lobu hislerin, beklentilerin, uyanık kalmanın, hafızanın işlevlilik görmesinde ve planlı işlerin davranış haline dönüşmesinden sorumludur. Ayrıca beyindeki bu bölge bilinçsel işlemlerin sürdürülmesinde rol alır. Gelişen nörogörüntüleme sistemleri ile intihar eğilimindeki bireylerin ön loblarında bulunan serotonin molekülünün, algılayıcılarına bağlanma oranında önemli miktarda azalma görüldüğü ve bunu bireyleri umutsuzluğa ve davranışsal baskılamalara ittiği rapor edilmiş. Beyindeki fonksiyon bozukluklarında da buna benzer bulgulara rastlanılmış. Bu bulgu şu hipotezi oluşturuyor; endişe halinden kaçış mekanizmalarının yoğun uyarıcılar tarafından işlevsiz hale getirile bilineceğini ve bu durumun bireylerde umutsuzluk bağlamında agresif hareketler oluşturup intihara kadar sürükleyebilecektir. Bu hipotez serotonine bağlı olarak oluşan fonksiyon bozukluklarının doğurduğu intihar vakalarına da bir cevap olabilir. Beyindeki serotonin algılayıcı sistemleri için bu hipotez son on yılda düşünülmesine rağmen, dopaminin beyinde oluşturduğu mutluluk etkisinin tersine faaliyet gösteren serotoninin agresif hallerin kontrolünde olumsuz etki yaptığını söyleyebiliriz. Bu bulgular intihar davranışlarının beyinde sosyal bilinç bölgelerindeki anormallikler ile ilişkili olduğuna olan kanıtları artırıyor. Ayrıca bu kanıtlara sosyal bilinç sistemlerinin doğurduğu davranışsal ifadelerden de ulaşılabilir.
Şu ana kadar elde edilen bulgular intihar sürecinde nörobiyolojik moleküllerin, nöropsikolojik etkileri kapsamında elde edilmiştir. Örneğin, dikkat seviyesi nöroadrenallerin salınması ile ilgilidir herhangi bir ilaç (Buspirone vb.) serotonin algılayıcılarını etkilediğinde hafıza ve öğrenme ile ilgili nöropsikolojik testlerde bireyin performansını seçici olarak etkilediği belirlenmiş. Başka tip serotonin algılayıcıları için bunun tam tersi söz konusu olabiliyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar gösteriyor ki hipokampus bölgesindeki serotonin algılayıcılarının birbirileri olan dengesi sosyal streslerin yönetilmesinde önemli rol oynamaktadır. İntihara eğilimli beyni aydınlatabilmek için ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. İntihar eğiliminin açıklanması için basit tezler kurulmasına rağmen, beynin sorumlu bölgelerinde ağların karmaşıklığı işin aydınlatılmasını bir hayli zorlaştırıyor.
Referanslar:
Heeringen, C. Van. “Understanding the Suicidal Brain.” The British Journal of Psychiatry 183.4 (2003): 282-84.
Audenaert, K., Goethals, I.,Van Laere, K., et al (2002) SPECT neuropsychological activation procedure with the Verbal Fluency Test in attempted suicide patients. Nuclear Medicine Communications, 23, 907-916.
Stuss,D.T.,Gallup,G.&Alexander,M.P.(2001)The frontal lobes are necessary for ‘theory of mind’. Brain, 124, 279-286.
Williams, J. M. G. & Pollock, L. (2001) Psychological aspects of the suicidal process. In Understanding Suicidal Behaviour: The Suicidal Process Approach to Research, Treatment and Prevention (ed. C. van Heeringen), pp. 76-94. Chichester: John Wiley.